23 Nisan 2014 Çarşamba

1. TÜRK TOHUMCULUĞU VE BİYOTEKNOLOJİ-ISLAHÇI HAKLARI, 1999


 HYPERLINK "http://www.tubid.4t.com/makaleler/turkce/Turk%20tohumculugu%20ve%20biyoteknoloji%20islahci%20haklari.htm" http://www.tubid.4t.com/makaleler/turkce/Turk%20tohumculugu%20ve%20biyoteknoloji%20islahci%20haklari.htm
TARIM VE KÖY DERGİSİ                  SAYI:128                     TEMMUZ-AĞUSTOS 1999 
TÜRK TOHUMCULUĞU VE BİYOTEKNOLOJİ-ISLAHÇI HAKLARI
Prof. Dr. Nazmi AÇIKGÖZ
Emre İLKER

Ege Üniversitesi Tohum Teknolojisi Araştırma ve Uygulama Merkezi
BİYOTEKNOLOJİ VE TARIM
Dünyadaki hızlı gelişmeler karşısında, klasik ıslah yöntemleri gerek zaman ve gerekse içerik olarak bitki ve hayvan ıslahçılarına yeterli gelmemektedir. Ortalama 12-15 yılı gerektiren bitki ıslah çalışmalarının imdadına biyoteknolojik yöntemler yetişti. Tek (veya daha fazla) genin hedef çeşide aktarılması ile özetlenebilen biyoteknolojide, genin farklı canlılardan, örneğin bakteri veya hayvandan alınabilmesi bitki ıslahı için büyük bir avantaj olmuştur. Bu şekilde geliştirilen çeşitlere transgenik adı verilmektedir. Bir örnek verecek olursak; Bt-Mısır adı verilen transgenik mısır çeşitleri, bir toprak bakterisi olan Bacillus thuringiensis’den bir gen almış ve spesifik olarak lepidopteraların larvalarına toksik etki yapan enzim salgılayarak, onların gelişmelerini engellemekte hatta ölümlerine sebep olmaktadır. İşte Bt- Mısır’ın en önde gelen sap kurdu (Ostrinia nubilalis) ve koçan kurdu (Ostria nubilalis) ile yapılan bir seri mücadeleyi de devreden çıkartacak agribiyoteknolojik uygulama son üç yılda öylesine hızlı bir aşama yapmıştır ki, gerek olumlu ve gerekse olumsuz açılardan birçok tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
TRANSGENİK ÇEŞİTLERİN GELECEĞİ:
1998 yılı itibari ile transgenik çeşitlerin dünyadaki ekim alanı 29,8 milyon ha’dır. Bu alanın % 54’ünü yabancı ot ilaçlarına, % 31’ini insektisitlere ve % 14’ünü de virüslere dayanıklılık açısından geliştirilmiş transgenik çeşitler kaplamaktadır. Yani bu çeşitlerin % 99’u tarımsal çevre sorunlarının ana kaynağı olan tarımsal savaş araçlarını devreden çıkarmaktadır. Bir başka deyişle bu çeşitler maliyeti düşürmenin yanı sıra kalıntı etkisinin azaltılması yönünde de etkili olmaktadır. Bununla beraber, 2005 yılında piyasaya sürülecek olan mavi pamuk çeşidi, boya maddelerine gereksinim duyulmadan kot ceket-pantolon üretimi yapılmasını sağlayacak, dolayısıyla çevre kirliliğine yol açan zehirli atıkların yaptığı olumsuz etkiler azalacaktır. Transgenik çeşitlerin üreticiye olan katkılarını da unutmamak gerekir. Parasal getirisini net olarak söyleyebilmek kolay olmasa da, Çin’de transgenik tütün çeşitleri ile 2-3 kez yapılan ilaçlamanın iş gücü ve masrafından tasarruf edilmesinin yanı sıra, verimde de % 6 oranında artış sağlanması, ABD’de pamukta % 70, soyada % 10-40 ilaç ve ilaçlama tasarrufunun söz konusu olması transgenik çeşitlerin karlılığı ile ilgili her türlü kuşkuyu ortadan kaldırmaktadır. Genel bir ifadeyle % 8-10 daha ucuza mal olmaları transgenik çeşitlerin klasik çeşitlerle rekabet şansını arttırmaktadır.
Yaygın olarak ABD, Kanada, Avustralya ve Arjantinde ekilen transgeniklerin, 1998 yılında Avrupa ülkelerinde de (Almanya ve Fransa’da 300 ha, İspanya’da 16.000 ha mısır) ekimi serbest bırakılmaya başlandı. Gelişmelerden de görüldüğü gibi 2000’li yıllarda transgenik çeşitlerin gerek tür, gerekse ülke bazında hızlı bir yayılma göstereceği şüphesizdir (Tablo 1).
Transgenik çeşitlerin 1998 yılında hızla 30 milyon hektarlara ulaşması sonucu, 1995-2010 yılları için yapılan tahminlemede 2010 yılında çeşitlerin % 66’sının transgenik olacağı görüşüne varılmıştır.
Dünya tarımı biyoteknolojiden çok şey beklemektedir. Yabancı ot savaşında oldukça yüksek olan ilaç ve uygulama masraflarından tasarrufa olanak verecek “yabancı ot ilaçlarına dayanıklılık kazandırılmış transgenik bitkiler” geniş yapraklıların, dar yapraklıların savaşımındaki, defalarca ilaçlamayı devreden çıkarabilmiştir. Yalnız bir kez kullanılan örneğin, “raundup” (Glyphosate)’a dayanıklı bir çeşit tarlasında, ekilen kolza veya soyadan başka bir bitkinin çıkması engellenmektedir. Bu durumda ilaç tasarrufu beklenmektedir. Ne var ki söz konusu çeşit eğer raundup’a dayanıklı bir çeşitse o çeşidi eken üretici roundup kullanmak zorunda olacak ve dalayısıyla o firmanın cirosu artacaktır. Burada üretici kazanırken, o dayanıklı çeşidi geliştiren agrokimya firması da cirosunu artıracaktır. Bugün transgenik çeşitlerin % 54’ü yabancı ot ilaçlarına dayanıklılığa yönelik olarak geliştirilmiştir. Bu aşamada piyasa, tohumcu firmalardan daha önce tarımsal ilaç firmalarının dikkatini çekmiş ve bunlar adeta tohum firmalarını satın almak üzere yarışa girmişlerdir (Tablo 2).
Transgenik çeşitlerde son üç yılda yaşanan hızlı gelişmeler bazı bitkilerde toplam ekim alanının % 60’lara yayılmasını sağlamış ve bu aşamada dünya ilaç ve tohumluk piyasası bu gelişmelerden müthiş etkilenmiştir. Özellikle 2010 yılı için tahmin edilen transgenik çeşit kullanımının 30 milyar dolarlık tohumluk piyasasının % 66’sını oluşturması karşısında, agrobioteknolojiye yatırım yapan firmaların, yatırımlarının karşılığını almak üzere, ıslahçı haklarının alabildiğine öne çıkmasını beraberinde getirmiştir (Şekil 1).
Türkiye’de transgenik çeşitlerle ilgili tescil düzenlemeleri kesin şeklini almak üzeredir. Bunun her ne kadar mevcut 29/9/1997 tarihli yönetmeliğine monte ile gerçekleştirilmesi düşünülmüş ise de, mevzuat açısından müstakil bir yönetmelik hazırlanmasında yarar görülmüştür. Bu hazırlıklarda konu ile ilgili dünyadaki son gelişmeler göz önünde bulundurulmuştur. Bu bağlamda, 1998 yılında pamuk, mısır ve patatesle başlayan alan denemelerine 1999 yılında da devam edilirken, 1999 yılında yine bu bitkilerde tescil denemeleri başlamıştır.
ISLAHÇI HAKLARI:
Rekabetin esas olduğu serbest ticarette tohumculuk için yatırım ve araştırmaların devamlılığı çok önemlidir. Çeşidi geliştiren ıslahçı, o çeşit üzerinde inisiyatifini kaybetmediği sürece para kazanabilir. Bu da; araştırılmasının devamını, ileri hatların üretimini, ticaretini, ithalatını, ihracatını vs. kapsamaktadır. İşte ıslahçı hakkı diye bilinen ve ülkemizde de yasal düzenlemesi gerçekleştirilmiş olan koruma hakkı, transgenik çeşitlerin yayılmasıyla daha da ön plana çıkmıştır. Islahçı hakları uluslararası düzeyde 1961 yılında imzalanan, 1968 yılında uygulamaya geçen UPOV (Union Internationale pour la Protection des Obtentions Vegetales) Uluslararası Çeşit Koruma Örgütü tarafından düzenlenmektedir. 1971-78 ve 1991 yenileme çalışmalarına rağmen bu yönetmelik henüz 37 ülkenin imzasını taşımaktadır. Tüm Birleşmiş Milletler üyelerini kapsayan bu girişimin oluşumunda, batının “Fikri, sanayi ve ticari mülkiyet kanunlarının uygulanamamasından kaynaklanan 200 milyar Amerikan Dolar’lık bir maddi kaybı söz konusudur” savı karşısında bu kez 177 üyeli Dünya Ticaret Örgütü’yle (WTO, World Trade Organization), birlikte yaklaşım getirmek üzere, 1995’de TRIPS (Trade-Related-Intellectual Property Right, Ticari Fikir Eserleri Hakkı) inisayitifi ve 1998’de Dünya Fikir Eserlerini Koruma Örgütü WIPO (World Intellectual Property Organization), devreye girmiştir.
TRIPS tarafından 1995 yılından itibaren; gelişmiş ülkelerde bir yıl, gelişmekte olan ülkelerde beş yıl, geri kalmış ülkeler de uzatılma şansı verilerek 11 yıllık bir süre içinde; başta ıslahçı hakları olmak üzere, tüm fikri ve patentli eserlere izinsiz kopyalama, kullanma, üretme yasağı getirilmiştir. Bitki vehayvanla ilgili patent olayının dünyada kabul görmemesi üzerine, TRIPS, 27. maddesinde bitki ve hayvanla ilgili patenti kapsam dışında tutmayı kabul etmekle beraber, mikroorganizmaların (Bt-Bacillus thuringiensis) patentleşmesi konusunda ısrarcı davranmaktadır.
Özellikle biyoteknolojideki gelişmeler karşısında, araştırma ve yatırım sahiplerinin lehine olacak bir seri kararlara gidilmiştir. Doğal olarak zengin ve teknolojide ileri ülkeler lehine olan bu kararlardan bazıları; Rio, Uruguay toplantıları ve hatta OECD’nin 15 Mayıs 1995’de kabul ettiği MAI (Multilateral Agreement on Investment) doğrultusunda dünya ticaretini öyle yönlendirmektedir ki, bilimsel olarak aksi belgelenmediği sürece, herhangi bir ticari maddenin ithalatı engellenememektedir. Avrupa’da transgeniklerin etiketlenmeleri, bazılarının belirli bir süre için üretim ve tüketimleri ile ilgili dolaylı kararların özünde bu yatmaktadır.
Transgenik çeşitlerle ilgili hızlı gelişmeler; ıslahçı hakları ve terminatör teknolojisindeki sorunlar gibi bir dizi sorunu da beraberinde getirmiştir. Acilen çözüm bekleyen bu sorunlar, ıslahçı hakları ile ilgili yasal düzenlemelerdeki gecikmeler ve “çiftçinin kendi ürettiği bitkiden tohum yapamayacağı” gibi, ahlaki nedenlerle yakın zamanda çözülecek gibi görünmemektedir. Ne var ki melez mısır veya ayçiçeği üreticisinin melez tohuma her yıl para ödemesine kimsenin bir şey dediği yokken, diğer taraftan pamuk, olasılıkla soya üreticisinin tohuma teknoloji katkı payı olarak her yıl para vermek durumuna düşmesi halindeki “hayır, her çiftçi tohumunu kendi ürününden alabilmeli” yaklaşımı, çifte standart gibi de düşünülebilir.
Bitki ıslahı açısından transgenik çeşit geliştirilmesi aşamasında yeni genin aktarılacağı genitörün (bu çeşit veya hat olabilir) bütün ıslah kademelerinde geçmiş olması gerekir. İşte bu tip genitörler genelde tescilli ve tohumluk firmalarının elleri altındadır. Büyük agrokimya firmalarının tohumcu firmaları satın almalarının özünde de bu yatar. İşte patentli veya tescilli veya korumaya alınmış genotiplerin sahiplerinde kalabilmesi, yani kötüye kullanılmaması için çeşit koruma kavramı geliştirilmiştir. Bu kavram bitki, hayvan ve mikroorganizmaların patentleşmesi açısından ülkeden ülkeye fark etmektedir. Türk patent yasası canlılar için patent vermeye uygun değildir. Aynı şekilde Avrupa ülkeleri de bu açıdan Amerika’dan farklılık göstermektedir. Bütün bu farklılıklara rağmen hızla gelişen agrobiyoteknoloji karşısında bu konu acil çözümlere kavuşmak zorundadır.
Orijinal çeşit herhangi bir tescil işlemi görmemişse (köy populasyonu gibi), bu çeşide uygulanacak biyoteknolojik müdahale sonucu yeni elde edilen çeşit sahibine para kazandırabilecekken, tescilsiz orijinal çeşit sahibi toplum bu durumda hiçbir gelir elde edemeyecektir. Türk tohumculuğu açısından çok önemli olan bu konuyu, bir örnekle açmakta yarar var. Ülkemizde yüksek kalitesi ve erkenciliğiyle tanınan “Sarıçeltik”, uzun boyu dolayısıyla günümüzün gübreleme standartlarına uyum göstermediğinden yüksek verim sağlamamaktadır. Yüzyıllarca Türk çiftçisinin bilinçli ya da bilinçsiz seleksiyonu sonu günümüze ulaşan bu çeşidin, X firması tarafından gen transferi ile 3-4 yıllık bir biyoteknolojik çalışma sonucu boyu kısaltıldığında doğacak tüm parasal avantajlar X firmasına ait olacaktır. Yani bir noktada yüzyıllık çiftçi hakları hiçe sayılacaktır. Ne yazık ki benzer uygulamalar son yıllarda kötü örnekler oluşturmaktadır. Örneğin Teksas’lı bir tohumculuk firmasının Pakistan-Hindistan’ın tescilsiz “Basmati”sini, ABD’de “TEXMATI” adı altında tescil ettirmeleri dünyada bazı ahlaki yaklaşımların harekete geçmesine neden olmuştur. Bu amaçla uluslararası tarımsal kuruluşlar (FAO, CGIAR, CGRF, IPGAI, WTO, WIPO, TRIPS, UPOV, OECD, EU vs), bir seri sivil toplum örgütleri (RAFI, GRAIN, GREENPEACE, vs) ve özel tohumculuk firma (FIS, ASINSEL vs) örgütleri, 1999 yılında yirmiye yakın toplantı yapmışlar ve planlamışlardır.
1. Diğer taraftan yeni geliştirilen çeşitlerin tohumlarının tekrar tekrar kullanılması o çeşide yatırım yapan firmanın kâr marjinini azaltacağı anlamına gelir. Allogamlarda tohumluk değişimi her yıl gerçekleşirken, biyoteknoloji ile geliştirilen aotogamlarda tekrar tekrar kullanımını geliştirici firmanın istemeyeceği beklenmelidir. Teknoloji katkı payı çerçevesinde alışılagelmiş tohumluk fiyatının da üstünde olacak bu meblağın üçüncü dünya ülkelerince pek sıcak karşılanmayacağı açıktır. Hatta bu aşamada örgütlenerek olayın ahlaki tarafını öne çıkardıkları ve “üreticinin hasat ettiği ürünü tohumluk olarak kullanma özgürlüklerinin ellerinden alınacağı” görüşünü savunmaktadırlar. Ne var ki allogam F1’lere uygulanan her yıl tohum değişimini dile getirmemektedirler.
2. Türkiye’nin elindeki genetik materyali korumaya almasının, UPOV, TRIPS gibi uluslararası çeşit koruma anlaşmalarına imza atmasının, ülkemize yarar ve zararlarının yoğun bir şekilde tartışılmasında yarar vardır. Aslında mecliste olan UPOV anlaşmasına ivedilik kazandıracak gerekçeleri öne çıkartılabilecek bu tip toplantılarla ilgililerin dikkatleri de çekilebilecektir. Bu tip konular olayın çok boyutlu olarak ele alınmasını gerektirdiğinden, bir rapor hazırlayacak uzmanın tüm bu konudaki güncel bilgileri elinin altında bulundurmasını istemek doğru olmasa gerek. Örneğin Türkiye’nin OECD üyesi olması nedeniyle ve OECD üyelerinin 1995’te kabul ettiği TRIPS (Trade Related Intellectual Property Right) anlaşması çerçevesinde 5 yıl içinde TRIPS’e imza koyması beklenmektedir. Ve hatta Avrupa Topluluğu ile ilgili gelişmelerde dahi bu tip uluslararası anlaşmalara uyum hususu öne çıkarılmaktadır. Nitekim ilaç sanayicilerinin yakınmalarına neden olan ilaçta patent uygulamaları, 1999 yılında başlatılmıştır. Unutmamak gerekir ki bütün bu yeni atılımların kaynağı, gelişmiş ülkelerdeki (özellikle ABD) fikri eserler diye kabul edilen patent vesaire buluşların, özellikle üçüncü dünya ülkelerince kopyalama vesaire biçimde patent sahiplerinin aleyhine kullanılması ve bunun her yıl yüzlerce milyar dolarlık meblağa ulaştığı savıdır.
TEKNOLOJİYİ KORUMA SİSTEMİ (TERMİNATÖR TEKNOLOJİSİ):
Teknolojiyi Koruma Sistemi; transgenik bitkilerden daha sonraki ekimler için tohum elde etmeyi imkansız hale getirmeye yöneliktir. Bu sistem çok yeni olmasına rağmen, bu amaca yönelik 18 patent başvurusu yapılmıştır. Bu teknoloji her ne kadar büyük tepkiyle karşılanmışsa da, kendine döllenen bitkilerde yüksek maliyetlerle geliştirilen tohumluğun her yıl yeniden satışını sağlamak amacıyla çiftçinin yetiştirdiği tohumun tekrar kullanımını engellemek ve gen kirlenmesinin önlenmesi yani biyo güvenliğin sağlanmasında destek olabilecektir. Hatta apomiksi sayesinde F1 eldesinin masraflarının minumuma indirgenmesi sağlandıktan sonra, bu teknoloji allogamlarda da kullanılabilecektir. Apomiktik mısır Tripsacum dactyloides’den izole edilen bir genle sağlanarak, Amerika ve CIMMYT’de patent almıştır. İngiltere ve Fransa’da bu yönde başka bitkilere de patent verilmiştir. Bu durumda transgenik tüm bitkilerde terminatör teknolojisinin de olacağı düşünülürse, söz konusu teknoloji 2010’lara 30 milyar Amerikan Doları/yıla yaklaşacak tohumluk piyasasından payını alacaktır.
ISLAHCI HAKLARI AÇISINDAN TÜRK TARIMI:
1994 yılında çıkarılan bir yönetmelikle Türkiye’nin de UPOV’a üyeliği için başvuru yapılmışsa da, olayın bir yasa işi olduğu ve bu yasa taslağının hala meclis gündeminde beklediği bilinmektedir. Halbuki Türkiye’nin bu aşamada biraz acele etmesi gerekir. Çünkü:
* UPOV, WIPO, TRIPS’den biri ile anlaşma imzalamayan ülkelerde çeşit koruması sağlanamayacağı açısından, uluslararası tohumcu firmalar autogam tohumluk pazarına girmekte tereddüt edeceklerdir.
* Bu kurumlara üye olunmadığı takdirde korumaya alınmamış (tescilli de olsa) genotip, hat, populasyon veya çeşidin ticari olarak izinsiz kullanımını uluslararası mahkemelere taşıma hakkımız dahi olmayacaktır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder